Nasreddin Hoca fıkralarının düşünce dünyamızdaki rolü

4726526142
Anadolu kültürünün sözlü dağarcıkları, modernitenin, küreselleşmenin ve kültürel yozlaşmanın yıkıcılığına rağmen doğrudan insan aklını ilgilendirmesi ve insan odaklı olması nedeniyle günümüze kadar ulaşabilmiştir. Asırlar boyu insanların dilinden diline söylenegelen ve toplumumuzun gen haritasının oluşmasında önemli köşe taşlarını oluşturmuş olan sözlü kültürümüzün en hikmetli örneklerinden birisi de Nasreddin Hoca fıkralarıdır. Bu fıkralar Anadolu insanının hazır cevaplığını cana yakınlığını ve pratik zekasını anlatan bu fıkralar aynı zamanda insanlarımızın iç dünyası hakkında, hatta deliliği hakkında da çok temel ip uçları vermektedir. Bu delilik kavramını biraz açmamız ve doğru anlamamız gerekmektedir. Peygamber efendimiz s.a.v. “Ahir zamanda size deli denmedikte gerçekten iman etmiş olmazsınız.” buyuruyor. Nasreddin hocanın ki bir nevi bir delilik halidir. Yani herkesin normal olan bir davranış sergileyeceği, normal olan bir laf söyleceği bir yerde Nasreddin hoca, normal olmayan ancak bir delinin söyleyeceği bir lafı deyiverir. Peki Nasreddin hocanın bu delice laflarının arkasında yatan nedir? Nasreddin Hoca fıkralarını, günümüzde uydurulan eklenen bir çok fıkrayı hariç tutarak söylüyorum, dikkatle dinler ve üzerlerine kafa yorarsak, çoğu fıkranın aslında, Kuran ve Sünnet çizgisinde şekillenmiş ve Anadolu halkının mayasını, gen haritasını oluşturmuş Türk Tasavvuf inancındaki hikmetlere işaretler olduğunu görürüz. Bu fıkralardan bazılarını bu bakış açısı ile tekrar dinleyelim.
Ye Kürküm Ye.
Akşehir’in beyleri Hoca’yı yemeğe davet etmişler. Hoca nereden bilsin; davete, günlük kıyafetiyle katılmış. Katılmış ama ne hoş geldin, ne sefa getirdin diyen var. Herkes, allı pullu kıyafetlilere el pençe duruyormuş. Hoca, bir koşu evine giderek, sandıktaki işlemeli kürkünü giyip yemeğe geri dönmüş. Az evvel hoş geldin bile demeyenler, önünde yerlere kadar eğilmişler. Hoca’yı, yere göğe sığdıramayıp başköşeye oturtmuşlar. Kuzunun en hasını önüne koymuşlar. Herkes Hoca’nın yemeğe başlamasını bekliyormuş. Hoca, bir taraftan kürkünün kolunu sofrada sallamaya, bir taraftan da “Ye kürküm ye, ye kürküm ye!” demeye başlamış.
– İlahi Hoca, demişler, kürkün yemek yediğini kim görmüş?
Hoca taşı gediğine koymakta gecikmemiş:
– Kürksüz adamdan sayılmadık… İtibarı o gördü, yemeği de o yesin.

Hikayede Nasreddin Hoca,, insana üstündeki kıyafete, postuna, dış görünüşüne göre değer verenlere karşı sert bir eleştiri yapmaktadır. Onun bu harekete karşı tepkisi de çok net bir şekilde, bir deli tavrıdır. Yani kıyafetini çorbaya sokma tavrıdır. Bilindiği üzere Mesnevi’de baştan sona, sıklıkla dış görünüşün yanıltıcılığına ve aslolanın iç dünya olduğuna vurgu yapılır.

Tesbihini Arayan Hoca
Nasreddin hoca, bir gece evinin önündeki sokak lambasının altında dikkatli şekilde yere bakmaktadır. Onun yanına gelen komşusu sorar:
-Hayırdır hocam gecenin bu saatinde?
Hoca cevap verir.
-Tesbihimi düşürdüm onu arıyorum.
Komşusu da hoca ile birlikte aramaya koyulur. İlerleyen vakitlerde yerde teşbih arayan ikiliye, yoldan geçen komşular da eklenir. Hocanın bütün komşuları hep birlikte tesbihi aramaya koyulsalar da tesbih bir türlü bulunmayınca, en sonunda komşulardan birisi hocaya sorar.
-Hocam sen bu tesbihi nerde düşürdün?
Hoca
-Evde düşürdüm der.
Bunu duyan komşu öfkeyle; – Hocam öyleyse niye bize burda teşbih arattırıyorsun der.
Hoca cevaben: “Ne yapayım, gecenin bu saatinde ev kapkaranlık, burası aydınlık” der.
Bu fıkrada hoca yine tiyatral bir deli tavrı ile bize çok önemli bir hakikati düşündürmektedir. Müslümanın amelinde aslolan gayretidir. Yoksa insanın gözü bu karanlık dünyada perdenin ardındaki gerçekleri görmeye yetmez. İnsan bazen hakikatleri bulma konusunda karamsarlığa düşebilir ve adeta manevi bir yorgunluk yaşayabilir. Ancak buna rağmen, hakkı ve hakikati arama konusunda kararlı duruşu onu kainattaki tüm varlıkların en şereflisi kılar. Hikayede komşuların, Hocanın yanında saf tutmaları ve hocanın gayretinden etkilenmelerinin ardında yatan hikmet de bu olsa gerek.
Sen de Haklısın.
Nasreddin Hoca mahkemede kadılık yaparken, bir karı koca huzusuna çıkagelir.
Kadın başlar binbir türlü lafla, soluk almaksızın kocasından şikayet etmeye.
Nasreddin hoca kadının şikayetlerini sonuna kadar dinler. Ve sonunda kadına : “haklısın” der.
Bunu duyan kocası araya girer, ve kendini savunmaya başlar.
Nasreddin hoca onu da sonuna kadar dinledikten sonra, ona: “sen de haklısın” der.
İki tarafa da haklısın deyince, hocanın yanında bulunan katip hocaya seslenir.
Hocam, kadına haklısın dedin, adama da haklısın dedin. Bu nasıl iş?
Nasreddin hoca katibe “sen de haklısın” der.
Bu hikaye de yine çok manidar hikmetlerle dolu bir hikayedir. Bu hikmetlerden en önemlilerinden bir tanesi, gerçekliğin göreceliliğidir. Yani ihtilaflı bir konuda her zaman bir haklı olmayabilir. Nasreddin hoca, kadına anlattığı senaryoya göre haklılık vermektedir. Aynı şekilde adama da anlattığı senaryoya göre haklılık vermektedir. Ancak hakikati ancak Allah bilir. Olayın sonunda katibe verilen hikmetli cevap da buna işaret etmektedir.
Bilmem
Bir gün işi gücü saçma sapan sorularla Müslümanların aklını karıştırmak olan bir fitneci Akşehir’e gelmiş. Bu kişi bütün köylülere birbirinden tutarsız, manasız sorular sorarak insanların kafasını karıştırıp ihtilaf çıkarmaya çalışıyormuş. Bu fitneci Nasreddin hocanın toplumdaki itibarını ve ilmini duyunca kendince hocayı insanlar karşısında küçük düşürmek için bir plan kurmuş. Herkesin olduğu bir ortamda Nasreddin hocanın karşısında bitivermiş ve hocaya seslenmiş. “Ey Nasreddin hoca, sen eğer gerçekten hoca isen Benim soracağım soruları iyi dinle. Sana kırk tane soru soracağım. Ancak bu kırk soruya birden öyle bir cevap vermen gerekir ki tek cevap tüm soruların birden cevabı olsun. “Demiş.
Ardından başlamış birbirinden saçma, ve abes soruları sıralamaya. Nasreddin hoca sabırla adamın tüm sorularını dinlemiş. En son soruyu da dinledikten sonra cevabını vermiş.
“Bilmem.”
Yunus der ki, İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen, ya nice okumaktır. Fıkrada anlatılmak istenen temel fikir de büyük bir ustalıkla, bilmiyorluğun, ben bilmem diyebilmenin ne büyük bir erdem olduğudur. Şeytan ve nefis, insanın imanını zayıflatmak için sürekli insanın aklına tutarsız, mantıksız, ve saçma sorular getirmektedir. İlk emri, oku olan bir dinin, bilmeyi erdem sayması kadar kendini bilmeyi erdem saymasının ardında da bu yatmaktadır. Yani insan ne kadar ilimli olursa olsun, ne kadar bilgli olursa olsun, Allah’ın hakikatinden bileceği ancak kendi zihninin sınırları kadardır. Hocanın harikulade bilmem cevabı, şeytanın ve nefsin çenesini kesmek için gayet müthiş bir cevaptır.
O hırsız buraya mutlaka gelir.
Nasreddin hocanın evine hırsız girmiş. Hocanın neyi var neyi yoksa çalmış. Bunu duyan hoca, ben o hırsızı nerde bulacağımı çok iyi bilirim diyerek doğru mezarlığın yolunu tutmuş ve beklemeye başlamış. Bunu gören köylüler; hocam sen eşyalarını kaybettiğin için aklını mı kaçırdın? Burda ne işin var, git hırsızı köyde arasana demişler.
Hoca rahat bir tavırla cevap vermiş: Endişelenmeyin, O hırsız buraya nasılsa gelecek.
Hoca’nın bu hikayesinde yine çıkarılması gereken çok enfes dersler var.Hoca eşyalarının çalınmasını bir nevi, kendisi için ilahi bir uyarı gördüğü için derhal rabıtai mevt yapmak için mezarlığın yolunu tutmuştur. Ve mezarlıkta beklemeye başlamıştır. Hırsızla ilgili verdği cevapta onun bu mecazı imasından net bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu fıkra ile ilgili zaten fazla söze de hacet yoktur. Yine benzer şekilde, hocanın kıyafetlerinin çalınmasına şükretmesi gibi benzer hikmetleri anlatan hikayeler de bulunmaktadır.
Nasreddin hoca, medresede dersler verirken,hocanın ilminden faydalanan çocuklar hoca eşşeği ile eve giderken de hocayı rahat bırakmazlar ona durmadan soru sorarlar. Çocukların sorularına cevap vermek isteyen hoca, yine kendine has uslübu ile eşşeğine ters binerek öğrencileri ile konuşarak eve gider. Onun bu halini gören ve eğlenen köylülere de cevaben eşşek zaten önü kontrol ediyor, arkayı da ben kontrol ediyorum deyişi, hocanın tevazusunu, deliliğini, hazır cevaplılığını, ve samimiyetini birkez daha örnekleyerek, yine bir fıkranın konusu olmuştur.
Çocuklarımıza, ne üdüğü belirsiz, hangi fikri gelecek kuşaklarımıza aşıladığı belli olmayan batı çizgi film karakterleri izletmek yerine Nasreddin Hoca fıkralarını anlatmamız lazım. Bu fıkralar güzide yavrularımızın kişiliğinin oluşmasında çok temel öneme sahiptirler.

You may also like...