Poşetli Dede

 

Poşetli Dede

Doğup büyüdüğüm Konya’da soğuk kış sabahlarında, okula gitmek için tramvay beklediğim durakta elinde baston, belki de asa demek daha doğru yaşlı bir dede olurdu. Kimisi deli derdi, kimisi veli derdi. Kimisi atom mühendisi olduğunu iddia ederdi. Bana göre ise bu dede tam olarak, Victor Hugo’nun sefiller romanından fırlamış gibiydi. Olağanca özensiz sakalları, giyimi kuşamı, soğuktan buruşmuş yüz hatları, ile sanırım Sefiller romanının kapağına onun resmi basılsa idi, kimse o resmin Poşetli dede’ye ait olduğunu farketmezdi.

Kimsenin ismini, kim olduğunu bilmediği bu dede 2000’li yılların başında insanlardan otobüs bileti isterdi. Yanında fazla bileti olanlar çıkarır verirdi. Akşamları bilet gişesi kapandıktan sonra, poşetli dede, gündüzleyin topladığı biletleri satardı. Hem ticaret yapardı hem de, gönüllü olarak o saatlerde bilet gişesi görevi görürdü.

Sonraki yıllarda bilet sistemi değişti, akıllı kart çıktı. Poşetli dede artık durakta beklemiyordu. Poşetli dede artık Mevlana müzesi, Aleaddin Tepesi, Zafer muhitlerinde dilenerek yaşamını idame ettiriyordu.

Poşetli dede tam bir biriktiriciydi. Sürekli dilenirdi, ancak dilendiği paraları harcadığına hiç kimse şahit olmadı. Anlatılana göre biriktirdiği paralar Yirmibin TL’ye ulaşınca parasını adına açtırdığı banka hesabına yatırırdı. Bankaya giderken dış görünüşü ile dikkat çekmemek için, güzel elbiseler giyer, sakalını da ayakkabı boyası ile boyardı.

Poşetli dede, aslında herkesten akıllıydı. O deli değildi. O biz kendini akıllı zannedenlerden farklı bir boyutta, farklı bir dünyada yaşıyordu demek daha doğru olurdu. Hiç dostu yoktu. Yanlızdı. Evsizdi. Sokaklarındı. Biriktirdiği paralar çok rahat şekilde, ev almaya, bağ bahçe almaya, ekip dikmeye yeterdi ama Poşetli dedeninki bir eleştiriydi. Dünyaya moderniteye, topluma belki de hayatın tam kendisine bir tepki idi. Evet o dileniyordu, ancak herkesin atladığı bir nokta var, o bu paraları harcamıyordu. Aslında onun görevi bu koca şehirde belki de birçok kişinin sadece sadaka kapısını açık tutmaktı. Sadaka verecek birini arayan mı vardı, işte poşetli dede orda duruyordu.

Poşetli dedeye kapı cami esnafı güzel elbiseler alırdı. Poşetli dede hemen bir makas bulur buluşturur, elbisenin şurasını burasını keserdi. Alışık olduğu görünüme bürünürdü. Elbiselerini kestiği yetmez gibi, elbiselerin sağına soluna poşetler bağlardı. Sanki onun bu tavrı da günümüzde giyim üzerinden belirlenen sosyal statülere bir tepkiydi.

Poşetli dede, ara sıra otobüse tramvaya biner, gençlerle sohbet ederdi. Poşetli dedenin, atom bombasını icat eden mühendislerden biri olduğu iddia edilirdi. Bu tip söylentiler de poşetli dedenin hoşuna gitmiş olacak, dede bu konuyla ilgili ezberlediği tekerlemeleri hızlı hızlı sayıp dökerdi. İnsanlar onunla eğlenirdi. Poşetli dede de onlarla eğlenirdi. Poşetli dede, insanlara türlü türlü hikayeler anlatırdı. Bana göre insanların en çok neyi duymayı seveceklerini sezerek, hikayelerini ona göre kurguluyordu.

Yıllar böyle geldi geçti. Poşetli dede Konya şehrinin en tanınmış figürü olmuştu. Poşetli dedeyi hiç görmemiş kimsenin kalmadığı artık kesinleşti. Yıl 2014 oldu, Poşetli dede iyice yaşlandı. Yaz bitti, hava soğumaya başladı. Hava soğudukça soğudu. Poşetli dedenin de eski tadı kalmadı. Artık çarşı da pazarda çok görünmez oldu. Poşetli dede, sanki artık sıkılmıştı, sığınmıştı, sinmişti.

Poşetli dedeyi son gördüğümde, Konya şehirlerarası otobüs garında yaşamaya başlamıştı. Dede adeta ahirete kalkan otobüsünü bekliyordu.

2014 yılının bir soğuk gecesinde, Poşetli dede, gece karanlığında bir şehirlerarası otobüsünün gardan kalkış manevrası sırasında otobüsün altında kalarak, ahirete intikal etti.

Poşetli dede vefat ettiğinde, kente ağır bir elem çöktü. O ana kadar herkesin tanıdığı ama kimsenin dikkatini çekmeyen dedeye kentlilerin aslında ne kadar bağlandığı Dede’nin vefatıyla ortaya çıktı. Herkes üzülmüştü. Kapı cami esnafı yetim kalmıştı. Artık sadaka verecek bir poşetli dede yoktu.

Dedenin ardından gazete manşetleri çıktı. Poşetli dedenin banka hesabından yaklaşık olarak 1,5 milyon TL çıkmıştı. Kimileri onu gizli zengin ilan etti, kimileri onu vatan haini ilan etti.

Poşetli dedenin bankada parasının çıkmasının ardından bu paranın ne olacağı ile ilgili bir tartışma çıktı. Kimisi devlete kalır dedi, kimisi esnafa dağıtılmalıdır dedi, kimisi Mevlana Türbesine bağışlansın dedi. Ta ki, kimsesiz Poşetli dedenin, Çorum’dan akrabaları çıkıp gelene kadar… O güne kadar arayanı soranı olmayan poşetli dedenin mirasçıları çıktı geldi. Poşetli dede olarak bilinen zatın isminin Mehmet Keleş olduğu, Çorum nüfusuna kayıtlı olduğu öğrenildi. Cenazesi Çorum’da defnedildi. Allah rahmet eylesin.

Poşetli dedenin yaşamının ardından bir dram çıktı. Anlatılana göre, poşetli dede birkez evlenmişti. Eşi vefat etmişti. İkinci kez evlendiğinde tekrar eşi vefat edince dede sokaklara düştü. Bir daha da toplumdan insanlardan kaçar oldu.

Bana göre Poşetli dede tam bir ermişti. O terk makamında bir çorba bir hırka ile yaşayan bir kişiydi. Bana göre banka hesabından ne kadar fazla para çıksa da, bu onun ermişliğine mani değildi. Çünkü hangimiz, banka hesabımızda bu kadar para olmasına rağmen haramsız, günahsız böyle bir hayatı tercih ederdik ki?

Poşetli dede aslında bir aynaydı, herkes onda kendini görüyordu. O yüzden ona deli de diyen vardı, evliya da diyen vardı. Köftehor da diyen vardı, zavallının tekiydi diyen acıyan da vardı. Kim ne derse desin göreceli olmayan tek şey vardı, o da bu karakterin tüm Konyalıların benliğinde keskin belirgin bir imge edindiğiydi.

Son olarak, Poşetli dedenin Sun TV’ye verdiği röportajlardan şu cümleler aklımda kaldı:

…Konya’ya çok hizmetim var. Konya bana dua etsin…

…Kaldırımları çok işgal ediyorum. Kaldırım vergisi ödeyeceğim…

Sen Konya’ya çok şey kattın, bize çok şey öğrettin, poşetli dede. Allah sana Rahmet Eylesin.

55ea9ba1f018fbb8f88b1624

You may also like...