SLOT MAKİNESİ
Her sabah, sanki aşırı müşteri hareketliliği varmışçasına altı buçukta açılan kafeye artık ölmeyi bekleyen üç beş ihtiyardan başka müşteri gelmezdi. Bu ihtiyarların bazen kafe bile açılmadan kapıda dikildikleri ve kafeyi açacak olan genç Mirelly’i söylene söylene bekledikleri olurdu. Bu genç kız Portekizde günden güne sayıları artan genç göçmenlerden birisiydi. Kendi yaşıtı birçok genç kız gibi o da büyük hayallerle Portekiz’e Brezilya’dan göçmüş, ancak Rio’nun Favelalarında umduğunu Lizbon’un banliyolerinde de bulamamış, hedeflediği eğitim hayallerini belki de hiç gelmeyecek bir geleceğe ertelemiş, ve tuttuğu odanın kirasını ödeyebilmek için asgari ücretle bir kafede işe girmişti. Aslında müşterisi olmayan bu kafe Mirelly’nin üstüne tamamen yıkılmış gibiydi. Çok da disiplinli olmayan bu kız yaşadığı bu hayalkırıklığı nedeniyle geceleri arkadaşlarıyla içmeye gidiyor, ve sabahları ekseriyetle akşamdan kalma oluyordu. Yine böyle bir sabah kapının önünde dikilen dört ihtiyar geç gelen Mirelly’e nasıl takılsak diye çoktan dedikoduya başlamışken kapının önünde ummadıkları bir müşteri daha tünemişti.
Üstünde başında rengi solmuş kıyafetler olan Afrika kökenli bir genç de onlarla birlikte bekliyordu. En fazla söylenen adama seslendi.
-Pardon bayım, bu kafe kaçta açılıyor biliyor musunuz?
Ses tonundan aşırı bitkin bir hali olduğu seziliyordu. Uyudu uyuyacaktı. Belki de o da Mirelly gibi arkadaşları ile sabaha kadar içmişti ancak şimdi işe gitmesi gerektiğinden ayılmaya çalışıyordu.
Dedikoducu adam hemen senaryoda kendine biçilen rolü heyecanla oynamak isteyen bir aktör edasıyla cevap verdi
-Mirelly’e kaldıysa kaçta açılacağını sadece yüce Rabbimiz bilir evlat
Dedi. Diğer ihtiyarlar da bu cevaba sitemkar mimiklerle eşlik ettiler. O sırada sokağın başında genç kızı getiren otobüsün sesi duyuldu. Hemen arkasından alel acele tavırlarla, elindeki anahtarları sallaya sallaya Mirelly görünmüştü. Hiç kimseyi selamlamadan dükkanın büyük bir hışırtı çıkaran ağır kepenklerini kaldırmaya başlamıştı. Kepenklerden öyle bir haykırış geliyordu ki, adeta Salazar döneminden bu yana hiç yağlanmamışlar gibiydi.
Kafenin açılmasıyla ihtiyarlar hemen eski püskü bankonun önündeki sandalyelere dizildi, genç ise bankoya oturmak yerine acele adımlarla doğrudan kafenin köşesine koyulan ama hiç kimsenin oynamaya tenezzül etmediği Slot Makinesine doğru yöneldi. Cebinden çıkardığı son parayı makineye atarken sanki makineyle konuşuyor ona bir şeyler fısıldıyordu. Kim bilir Afrikadaki şifacılardan öğrendiği bir büyüyü yapıyordu. Makinenin modası geçmiş selamlama müziğini duyulduktan sonra, kafe tarihinden bu yana bir kere bile kimsenin aynı resimleri tutturamadığı üç ruloyu bir kez daha var gücü ile döndürdü. Kumarı oynamasıyla birlikte makinenin bütün ışıkları birden yandı, ve üç resim de para sembolünde durdu. Neşeli müzikler çalmaya başladı ve makine yapılışından itibaren midesinde biriken bütün bozuk paraları şakır şakır kusmaya başladı.
Genç kazanmıştı. Gözlerini kocaman açan delikanlı sevinmek yerine şaşkına dönmüş gibi makineye anlamsızca bakıyordu.
Merakla sahneyi izleyen ihtiyarların beklediğinin aksine genç dökülen paraları toplamak yerine birden kafeden koşarak dışarıya fırlayıp gitmişti. Dörtlü kumarı kazanan gencin arkasından merakla bakmaya başladı. İçlerinden en meraklısı olan Paulo Bey, kafeden dışarı doğru çıkarak gencin arkasından bağırmaya başladı.
-Delikanlı nereye gidiyorsun, kazandın, paralarını alsana!
Paulo bağırana kadar genç çoktan alaca karanlıkta gözden kaybolup sırra kadem basmıştı bile.
İhtiyarın meclisteki koltuğuna geri dönmesiyle bu dört ihtiyar aralarında tartışmaya başladı. Ne olmuştu acaba? Bu adam sabahın köründe niye kumar oynamaya gelmişti, ve böyle kafelerde nadir görülen bir şekilde kazanmış olmasına rağmen neden ödülünü almak yerine fırlayıp gitmişti.
Bu acayip olayın üzerine ihtiyarlar her sabah içtikleri kahveleri içip, tereyağlı kızarmış ekmeklerini yerken gencin geri dönmesini beklediler. Ancak ne gelen ne de bozuklukları toplayan vardı. Genç adeta sırları keşfedilince bulunduğu yeri terkederek tegayyebe olan bir derviş gibi kaybolmuş gitmişti. Makinede toplasan hepsi hepsi bin avroya yakın para vardı. Yüklü bir para olmasa da böylesine yitik bir gencin iştahını kabartacak bir paraydı. Bu parayla kendisine güzel bir ziyafet çekebilirdi. Belki de üstüne fiyakalı bir takım çekerdi. Ya da kargoculuk yapmak için kör kötek de olsa bir motosiklet alabilirdi. Hiç birşey yapamazsa ülkesine geri dönerdi. Kim bilir hangi Afrika ülkesinden buraya gelmiş, sonrasında ise ailesini çok özlemişti. Evet belki de topraklarına geri gitmek istiyordu da uçak parasını bir türlü denkleştiremiyordu. İhtiyarlar bu parayla neler yapılabileceğini tartışırken çoktan iki buçuk üç saat geçmişti.
Gencin kafeye geri dönmeyeceğinin anlaşılmasından sonra kafede kendilerinden başka kimse olmayan bu ihtiyarlar kendi aralarında bir oyun oynamaya karar vermişlerdi. Bu yeni slot oyununa göre herkes gencin niye çıkıp gittiğini açıklamak için senaryolar yazacak ve sırayla anlatacaklardı. Diğer üç ihtiyarı ikna eden makinedeki tüm parayı alacaktı. Evet, kafe tarihinin en eğlenceli kumarı esas şimdi başlıyordu.
Birinci ihtiyar kendinden emin şekilde söze başladı.
–Ben kesinlikle ne olduğunu biliyorum. Sabahları bir radyo programını dinliyorum. Radyoda insanlara rastgele bir ses dinletilerek sesin ne olduğu soruluyor. Sesin ne sesi olduğunu ilk gönderen yarışmacıya büyük ikramiye verilmektedir. Geçtiğimiz iki ay boyunca sesin ne olduğunu bilen çıkmadı ve ödül katlanarak tam elli bin avroya ulaştı. Radyodaki sesin ne olduğunu çok iyi biliyorum. Bu ses kesinlikle slot makinesinin sesiydi. Genç de bundan şüphelenmiş olacak ki, sabahın köründe ilk iş sesi ilk bilen kişi olmak için slot makinesinin bulunduğu bu kafeye geldi. Bu saatte buraya kim kumar oynamaya gelir ki. Genç oyunu oynarken oyuna değil makinenin çıkardığı sese odaklandı. Sesin radyoda duyduğu ses olduğunu duyar duymaz kazanıp kazanmadığına bakmadı bile koşarak yarışmaya gitti.
İhtiyarlardan birisi ellerini çırpmaya başladı. Bu hareketinden hikayeyi oldukça inandırıcı bulduğu anlaşılıyordu. Ancak diğer ihtiyarlar henüz senaryolarını anlatmamıştı. İkinci ihtiyar söze başladı.
-İhtiyarlar, her zaman olduğu gibi sıradan ve basit bir olayı abartıyorsunuz. Böylelerini ilk görüşte tanırım. Bu genç kumar bağımlısıydı. Bütün gün kendi kendine bir daha kumar oynamamaya söz vermişti. Bu gece sabaha kadar içecek ve karanlık geçmişini unutacaktı. Zaten kumarbaz olduğu için çocuklarının annesi olan karısı onu çoktan terk etmişti. Varını yoğunu yutan kumarhanelerden kurtulup kendi kendine yeni bir hayata başlamaya söz vermişti. Bu düşüncelerle sabaha kadar içmişti. Zaten kendinde değildi. Sabah olunca ayılmak için kafeye girdi. Bir kahve içip evine gitmek istiyordu ancak kafedeki kumar makinesini görünce dayanamadı ve cebinde son kalan para ile içinden gelen karşı konulamaz saplantıya yeniden yenik düştü. Bu yüzden doğruca makineye yöneldi ve yine oynadı. Kumarı kazandığında sabaha kadar kendisi ile kavga ederek vardığı iradesine yeniden yenilip başa döneceğinden korktu ve öfkeli şekilde çıktı gitti.
Bu senaryo karşısında diğer ihtiyarlardan ikisi etkilenmiş gibi görünse de üçüncüsü hala ikna olmuşa benzemiyordu. Bunun üzerine lafa girdi:
-Beyler, hepinizin bildiği gibi ben Monsanto hapishanesinde yıllarca gardiyanlık yaptım. Böyle gençleri görür görmez tanırım. Bu genç madde bağımlısıydı. Madde bağımlısı olduğu için bu genç yaşına rağmen dilenciliğe başlamıştı. Dilendiği bütün parayı son kuruşuna kadar uyuşturucu almak için harcıyordu. Sabaha kadar kilisenin önündeki kaldırımda biraz daha uyuşturucu alabilmek için dilenmişti. Ancak hava soğuk olduğu için kendisine para verecek kimse yoldan geçmemişti. Sabaha karşı şehrin son ayyaşı da naaralar atarak giderken bu genci gördüğünde cebinde geceden kalan son bozukluğu atmıştı. Geç ise bu para ile uyuşturucu alamayacağını biliyordu. Bu yüzden sabah olur olmaz kafenin önünde bizimle sıraya girdi. Makineye parayı attığında dökülen paraları görünce bu paranın tamamı ile dayanamayıp uyuşturucu alacağını bildiğinden, aşırı doz olarak ölmekten korktu ve ecel korkusu ile kaçarak uzaklaştı.
Bu hikaye diğer ihtiyarlara ilk iki hikayeden daha inandırıcı gelmişti. Hikayesini anlatmayan ihtiyar ise halen düşünceliydi. Öyle bir senaryo bulmalıydı ki bu tezlerin hepsinden daha inandırıcı olmalıydı. Kafasını kaşıdı ve biraz daha düşündü. Pedro Bey
-Ne oldu, Paulo,her zamanki inatçılığınla yine mağlubiyeti kabul etmeyecek misin yoksa
dedi.
Paulo bunun üzerine söze başladı.
İhtiyarlar, bu yaşa gelmişsiniz hala hepiniz bir kurtuluş hikayesi anlatıyorsunuz. Size soruyorum, bu şehirde acaba ümidine sarılanların sayısı mı daha çok yoksa pes edenlerin mi? Acaba bunu iyi düşündünüz mü dedi? Ümit mi insana daha çok güç verir yoksa ümitsizlik mi insandan daha çok yaşama sevincini yok eder? Eğer sizi dinleyecek olursak, hikayeleriniz gerçekten etkileyici ama eğer bana fikrimi soracak olursanız, bu genç fakirin birisiydi. Yıllarca o bahsettiğiniz yaşama ümidi ile hayata tutunmuştu. Zaten başarmak için herşeyi denemişti. Ve artık intihar etmeye karar vermişti. Bu genç intihar edecek kadar cesur değildi ve intihar etmemek için bir bahane arıyordu kendine. Hayata tutunmak için bir bahane…Ufacık bir çıkış kapısı. Sabaha kadar canına kıymayı başaramadı, tam kendisini Mirelly’nin geldiği otobüsün önüne atacaktı ki kafenin içerisindeki bu Slot Makinesini gördü. Cebindeki bu son para ile kumar oynamak istedi. Kazanırsa intihar etmekten vaz geçecekti, kaybederse kafasından geçirdiğini yapacaktı. İşte bu düşüncelerle kumarını oynadı. Ancak kazandığını görünce yeniden ümit etmeye tahammül edecek gücü kalmadığını anlayarak koşarak dışarı gitti. Kim bilir şimdi çoktan ölmüştür. Eğer ölmemiş olsaydı geri döner ver parasını alırdı.
Dedi.
Paulo’nun sözünü tamamlaması ile Slot makinesinde üç ikna oyu birden verilmişti. Kasadaki büyük ödül Paulo’ya kalmıştı. Paulo yavaş adımlarla makineye gitti. Bastonu ile para haznesini araladı. Mirelly’e doğru seslenerek, kızım koş, bugüne kadar bir kenar mahallesinde bir kafede bırakılmış en yüksek bahşişi almak üzeresin dedi.
Son Yorumlar